Makaleler

Emperyalist cenahta sular ısınıyor

Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı kriz derinleşiyor. Kriz hali derinleştikçe sistemin bünyesinde barındırdığı çelişkiler de gitgide daha fazla keskinleşiyor. Karşıt sınıflar arasındaki çelişkiler yani egemen sınıflarla, ezilen sınıflar arasındaki çelişkiler derinleşip, dünyanın birçok bölgesinde kitle hareketleri –henüz doğru önderlikle (yani komünist, devrimci önderlikle) buluşmasa da-artmakta.

Diğer yandan emperyalist kamplar arası çelişkilerin nasıl derinleştiği yaşanan gelişmelerle daha fazla görünür oldu. Kendini “bakiliği kanıtlanan”(!) emperyalist-kapitalist sistemin “lideri” ilan eden ve ekonomik olarak kimi alanlarla rakipleri olsa da özellikle dünyanın her yerinde kurduğu askeri üslerle siyasi ve askeri hegemonyasını ve üstünlüğünü bir dönem için diğer emperyalistlere kabul ettiren ABD’nin, özellikle 2008 mali krizinin ardından ekonomik olarak güç kaybetmesi ile bu hegemonya günden güne zayıflıyor. Elbette ABD’nin hegemonyasının zayıflamasının nedeni sadece kendisinin güç kaybetmesi değildir. ABD güç kaybederken diğer emperyalist güçlerin ABD’nin de gerilemesi ile güç kazanmaya başlaması ve günden güne “rakipsiz” ilan edilen ABD emperyalizmine rakip olmaya başlamaları önemlidir.

ABD emperyalizmine şu an en ciddi rakibin Rusya-Çin emperyalist bloğu olduğu görünüyor. Ekonomik anlamda ABD’ye rakip olamasa da askeri ve diplomatik manevraları ile özellikle Ortadoğu’da ve Doğu Avrupa’da,  ABD’yi birçok noktada köşeye sıkıştıran ve planlarını bozan Rusya emperyalizmi, yeniden doğrulma çabasında. Diğer yandan Çin emperyalizmi ise emperyalist sistemin neo-liberal döneminin en karlı iki ülkesinden biri durumunda. Sermaye ihracında çok ciddi yol alan Çin, bugün dünyanın birçok noktasında ABD ile rekabet eder hale gelmiştir. En son devreye soktuğu “Yeni İpek Yolu” projesi ile sermaye ihracında eşik atlamaya hazırlanan Çin özellikle ekonomik alanda ABD’ye en ciddi rakip haline gelmiştir. Tabi bir de ne kadar “sarsılmaz müttefikler” diye adlandırılsa da ABD-İngiltere-AB ekseninde ciddi çelişkiler bulunuyor. En son ABD’nin başına Trump’ın gelmesi ile iyice görünür olan kriz, esasında ABD ile Almanya rekabetine dayanmaktadır. Neo-liberal dönemin Çin ile birlikte en karlı ülkesi olan Almanya, elde ettiği ekonomik güçle AB’nin lider ülkesi olmuş ve siyasi hegemonyasını geliştirme derdine düşmüştür. Buna karşın neo-liberal dönemde ekonomik olarak ciddi güç kaybeden ABD, Almanya’nın ekonomik yükselişinden ve bununla birlikte siyasi hegemonyasını geliştirme adımlarından rahatsız. Bugün de ABD burjuvazisi neo-liberal karşıtı söylemler kullanan Trump’ı boşa getirerek Almanya ve Çin’i güçlendiren ekonomik konsepti re-organize etmek, neo-liberal düzenin sonunu getirmekten ziyade “içe kapanmacı” Trump’ı göstererek diğer emperyalistleri “önce Amerikacı” serbest ticaret anlaşmalarına razı etmek derdinde.

Görüleceği üzere emperyalistler arası çelişkiler derinleşiyor. Ancak yine de belirtmek gerekir ki rakiplerinin tüm yükselişlerine rağmen ABD hala dünyadaki başat emperyalist güçtür. Hala dünyanın her tarafında askeri üssü bulunan, dünyada savaş bütçesine en çok parayı ayıran (açık ara farkla) vs. güç kendisidir. Ayrıca rakibi olan güçlerden Rusya ekonomik, Çin ve ABD ile NATO’da birlikte olan ancak ABD ile çelişkileri gün geçtikçe derinleşen Almanya, askeri olarak ABD ile boy ölçüşecek güçte değildir henüz. Ancak şu bu bir gerçek ki; ABD’nin kurduğu hegemonya günden güne erirken rakip emperyalistlerin hem gücü hem etki alanı büyüyor. Yine de belirtmek gerekir ki; ABD emperyalistleri bu hegemonyayı kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır/yapıyor da. En son Trump’ın ifade ettiği “… dünyada en güçlü olmadığımız bir dönem asla olmayacaktır” minvalindeki sözler bunu gösteriyor. Bunun için bir emperyalist savaşı dahi göze alacaktır. Nitekim hegemonyasını rakiplerine kaptıran emperyalistler bunu önlemek için daha önce de savaşı göze almışlardı. Aynı şekilde özellikle Rusya-Çin emperyalistlerinin yayılmasını ekonomik-siyasi gücü ile önleyemeyen ABD git gide daha fazla üstün askeri gücün ön plana çıkarmaktadır. Rusya’yı Baltık ve Doğu Avrupa bölgesinde NATO’yu kullanarak çevrelemeye çalışırken Çin’e ise Güney Çin Denizi üzerinden baskı uygulamaktadır.

Tüm bu planlarında şu an için başarısız olduğu da görülmektedir. Çin’i Asya’da sıkıştırıp çevrelemeye çalışırken Çin ABD’nin karşısına Afrika’da Avrupa’da ve hatta Latin Amerika’da çıkmaktadır. Diğer yandan Rusya’yı Avrasya’da sıkıştırmaya çalışırken Rusya da ABD’nin karşısına Ortadoğu’da çıkmakta kimi D. Avrupa bölgesini hakimiyeti altına almaktadır. Ancak bu durum da ABD’nin rakiplerini üstün askeri gücü ile caydırma yöneliminden vazgeçirmiyor. ABD’nin rakiplerine karşı askeri gücünü öne çıkarma yönelimini güçlendireceği yeni başkanı D. Trump’ın kabinesinin önemli bölümünü eski generallerden oluşturulmasından belliydi. Trump başa gelir gelmez zaten devasa olan askeri bütçeyi artırmış, nükleer silahlarının eskidiğini savunarak yenilenmesini istemiş, donanmayı yenileyeceğini söylemişti vs. vs. En son ABD’nin Rusya-Çin ekseninde bulunan Venezüella ve Kuzey Kore gibi ülkeler üzerinden de askeri tehditlerini artırdığını görüyoruz. Venezüella’da Maduro yönetimini yıkmak için sağcı “muhalefete” verdikleri destek yetmemiş olacak ki Trump “Venezüella’ya karşı askeri müdahale seçeneğini dışlamıyoruz” dedi. Diğer yandan ABD, Asya’da Çin ve Rusya’nın hemen dibinde bulunan K. Kore’nin nükleer füzeler geliştirmesini bahane ederek bölgeye silah yığmakta, K. Kore’yi savaşla ve hatta açıktan nükleer silahlarla vurmakla tehdit edip, aynı zamanda Çin’e de mesaj yollamaktadır. Benzer tehditler İran’a karşı da yapılmakta. ABD bölgedeki uşaklarını İran’a karşı örgütlemeye çalışmaktadır.

Ancak ABD tüm bunları yaparken rakiplerinin boş durmadığını da belirtmek gerekir. Gerek Rusya gerek Çin kendi emperyalist çıkarları için askeri gerilimi yükselten ABD’ye yanıt olabilmek için askeri bütçelerinde büyük artış yapmakta, çeşitli bölgelere askeri üsler kurmakta, askeri tatbikatlar, geçitler birbirini izlemekte, buralarda yetkililer “güçlü ordu kuracağız” , “silahlarımızı artıracağız” mesajlarını vermekteler. Burada Almanya-AB ekseninin tavırlarına da kısaca bakmak gerekiyor. Bugün Almanya-AB’nin de ABD ile yaşadıklarına dair çelişkilerden kaynaklı, kendi emperyalist çıkarlarını korumak ve ABD hegemonyası gerilerken pastadan aldığı payı büyütmek için ABD’den bağımsız olarak kendi askeri güçlerini oluşturmaya, var olanları güçlendirmeye çalışıyor. Nitekim özellikle Almanya’nın ABD’ye ciddi olarak askeri bağımsızlığı var. Ancak Almanya bu bağımsızlığı kırmak, kendisi ABD’den bağımsız bir güç olarak hareket edebilmek için kendi kamuoyunun silahlanmaya ikna etmeye çalışıyor. 

Sonuç olarak ABD emperyalizmi rakip bloklarının yükselişini ekonomik-siyasi gücü ile engelleyebildiği oranda askeri gücünü ön plana çıkarıyor. Ancak ne yaparsa yapsın hegemonyası gerilemeye devam ediyor. ABD emperyalizmi askeri gücünü ön plana çıkardığı oranda, Rus-Çin bloğu da askeri gücünü artırıyor. Ayrıca derin çelişkilerden kaynaklı ABD Almanya ekseninde de ciddi kırılmalar söz konusu. Tüm bu tablo ortaya derin bir belirsizlik ve sıcak savaş ihtimali çıkarıyor. Belirsizlik arttıkça emperyalistler silahlanmayı artırıyor. Emperyalist savaş olasılığı çok da uzak bir olasılık olarak görülmemeli. Emperyalistler kendi çıkarları uğruna milyonlarca insanın kanını dökmekte tereddüt etmezler. Nitekim gidişat bunu gösteriyor. Çelişkilerin keskinleşmesinin belli bir aşamasından sonra emperyalist komplodan her biri ötekini imha etmek isteyecektir. Bu emperyalizmin doğasında vardır.

Burada komünistlere, devrimcilere büyük görevler düşmektedir. Komünistler, devrimciler her türlü emperyalist saldırganlığa karşı durmalıdır. Onların görevi asla iki emperyalist kamptan birinin tarafında olmak değil MLM hatta ustaların da emperyalist savaş dönemlerinde gösterdikleri gibi proletaryanın bağımsız, anti-emperyalist çizgisini hayata geçirmektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu