GüncelKadınMakaleler

Kadınların Birliği | İstanbul Sözleşmesi Bitti, 6284 Var, İsterseniz…

"Hangi çirkin propagandalarıyla ve seçim yatırımı kirli ittifaklarıyla karşımıza çıkarlarsa çıksınlar, kadınlar açısından net olan bir şey vardır: kadın mücadelesi parlamento ya da cumhurbaşkanlığı seçimlerine sıkıştırılamayacak, onların anti-propaganda ve vaatlerine sığmayacak kadar geniş, güçlü ve dayanışmayla örülü bir mücadeledir."

Ataerkil sömürücü devletler ve onların temsilcileri, mazlumlara, ezilenlere, Kürtlere, Alevilere ve elbette kadınlara yönelik nasıl iyilikler yaptıklarını, onların nasıl yanında olduklarını, üstelik yasalarında onları korumaya dayalı ne de adil düzenlemeler yaptıklarına dair konuşmayı pek severler, pek bir zevk alırlar.

Bu “sevginin”, “zevkin” iki yönü bulunur. İlki bir itiraftır aynı zamanda. “Onlara iyilik yaptığını” iddia eden devlet, ezilenlere, mazlumlara, kadınlara ait değildir, onlara lütufta bulunmaktadır. İkincisini söylemeye gerek dahi yoktur ki, söyledikleri kocaman birer yalandır. Çünkü, bu devletlerin (tabii ki TC devletinin de) halklara verdiğini söylediği tüm haklar, tüm lehte yasalar, onların mücadelesi sonucunda kazanılmışlardır. Örneğin 5 Aralık 1934’te kadına seçme ve seçilme hakkının M.Kemal tarafından tanındığı ifade edilir, sanki öncesinde kadınların mücadelesi hiç yokmuş, örneğin Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan da önce Kadınlar Halk Fırkası kurulmamış, kuruluş dilekçesine 8 ay sonra “seçim kanununa göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle ret yanıtı verilmemiş gibi masabaşında tarih yazılır. Tarih diye yazılan paçavralara baktığımızda M.Kemal’in kadınları ne kadar sevdiğini, onların iyiliğini düşündüğünü öğreniriz, içimizi sevgi seli kaplar(!)

Bir başka yakın örnek; İstanbul Sözleşmesi’dir. Özellikle 1980 AFC’si sonrası feminist hareketin yükselişiyle birlikte kadına yönelik şiddete karşı mücadele gündeme girmiş, şiddete uğrayan ya da katledilen kadınların mahkeme süreçleri kadın mücadelesinin önemli bir bileşeni haline getirilmiştir. Kadın mücadelesinin takip ettiği ve sahiplendiği Nahide Opuz davası da bunlardan biridir. Evli olduğu erkek tarafından sistemli şiddete maruz kalan Nahide Opuz, yaptığı şikayetlere rağmen polis ve yargı tarafından korunmayarak Nahide ve annesi, “koca”nın silahlı saldırısına maruz kalmış ve annenin ölümüyle sonuçlanmıştı. AİHM’e taşınan bu davada ilk kez Türk devleti, bir kadın cinayeti nedeniyle suçlu bulundu ve 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Kadına Yönelik Şiddeti Engellemeye Yönelik Sözleşme imzaya açıldı, Türkiye de Sözleşmeyi imzalayıp onaylayan ilk ülke oldu.

Bu Sözleşme’nin en önemli yanı, kadına yönelik erkek şiddetini önlemek konusunda kapsayıcı bir tanıma sahip olmasının ve devletlerin bu konudaki sorumluluğunun tanımlanmasının yanı sıra, yine devletler nezdinde bağlayıcılığı olan ilk sözleşme olmasıydı.

Bu Sözleşme, öncesiyle birlikte kadın hareketinin, kadına yönelik şiddete karşı otuz yıllık mücadelesinin bir sonucu olduğunun üzerinden atlamaya çalışanlar, Sözleşme’ye bizzat imzasını koyan hükümetin ve devletin başı Erdoğan’ın bir gece vakti, Sözleşme’yi feshetmesine şaşırmış olabilirler. Mesela Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın yönetim kurulunda olduğu KADEM, İstanbul Sözleşmesi’ne dair tartışmalar başlatıldığında, Sözleşme’nin “kırmızı çizgileri” olduğunu söyleyerek LGBTİ+ karşıtlıklarını koruyarak da olsa bu tartışmalarda taraf olmuştu: “Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dahil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya serilen yeni standartlar ortaya koymaktadır. Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimlerin meşrulaşmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir.

‘Cinsel yönelim’ kavramı sadece Sözleşme’nin 4. Maddesinde geçmektedir. Maddede şiddet ile mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmaması; din, dil, ırk, vb. pek çok unsurla birlikte, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği vurgulanmıştır. Madde kesinlikle bir dayatma içermemektedir. Maddenin kapsamına bütün insanlar girmektedir. Zaten herhangi bir insanın şiddetten korunma şemsiyesinin dışında tutulması düşünülemez.” (Ağustos 2020)

Aynı KADEM, Sözleşme’nin kadınların mücadelesine rağmen feshedilmesini ise Sözleşme’nin “zemininden koparılmış ve toplumsal bir gerilim öznesi haline dönüştürülmüş durumda” olmasına bağlayarak meşrulaştırmış ve sözlerini şu şekilde bitirmişlerdi:

Şiddetle mücadele noktasında 6284 sayılı kanunun daha da güçlendirilmesi ve uygulamalardaki sorunların giderilmesi için tüm gücümüzle çalışacağımızı kamuoyuna ilan ediyoruz.” (Ağustos 2020)

Tarihler 2023’ü gösterdiğinde 6284 sayılı kanunun da tartışma konusu yapılarak kaldırılmasının gündeme geleceğini nereden bileceklerdi ki!

Ve işte bu güçlendirilmesi ve uygulamalardaki sorunların giderilmesi için tüm güçleriyle çalışacakları 6284 Sayılı Yasa Yeniden Refah’ın Erdoğan’a seçim desteği karşılığında kaldırılmasını istemesiyle bir kez daha gündeme gelmiş bulunuyor. “Bir kez daha” diyoruz, zira bu tartışma yeni değildir. 6284’ün maddelerinde bulunan “en az bir ay süreyle şiddet uygulayan kişinin kadına yaklaşmaması, kadına ve çocuklarına barınma yeri sağlanması, gerektiğinde kreş sağlanması, kadının ve çocuklarının kimlik belgelerinin değiştirilmesi, koruma süreci boyunca maddi yardım verilmesi, meslek edindirme ve istihdam sağlanması, çocukların velayetinin geçici olarak kadına verilmesi, işyerinin değiştirilmesi, şiddet uygulayan kişinin telefon veya internet aracılığıyla rahatsız etmemesi, gerektiğinde mültecilik hakkının tanınmasına kadar uzanan tedbirler” sık sık başta siyasi İslamcılar olmak üzere tartışılıyor, hatta yasaya “psikolojik hadım kanunu”, “Tanrıça’ya yan bakma cezası”, “Erkeğin erkek olduğu için cezalandırılması kanunu”, “Tanrıça’dan ayrılma cezası” gibi yakıştırmalarla kamuoyu yaratılmaya çalışılıyordu.

Nitekim 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanmıştı ve İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi LGBTİ+fobikle zehirlenmiş kitlelerin önüne atabilecekleri bir yem olmadığı için türlü erkek “mağduriyetleri” hikayeleriyle bol ajitasyonlu ve yalan-dolan karşı-propagandaya gireceklerdi. Hayatı boyunca nafaka ödemek zorunda kalan, kadına yan baktığı için ya da kadınların yalan beyanlarıyla evlerine yaklaşamayan, çocuklarını çok özleyen, bu yüzden öfkelenen, gururu kırılan ve en sonunda çıldırıp kadınları öldüren, öldürdükleri kadınlar yüzünden yıllarca hapis cezası alan zavallı mağdur erkek profilleri (bize kötü bir şaka gibi gelse de) internet ortamında oldukça rağbet görüyor.

Hangi çirkin propagandalarıyla ve seçim yatırımı kirli ittifaklarıyla karşımıza çıkarlarsa çıksınlar, kadınlar açısından net olan bir şey vardır: kadın mücadelesi parlamento ya da cumhurbaşkanlığı seçimlerine sıkıştırılamayacak, onların anti-propaganda ve vaatlerine sığmayacak kadar geniş, güçlü ve dayanışmayla örülü bir mücadeledir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın uygulanması için karşısında kim olursa olsun kadın mücadelesi karşı duracaktır.

Bakmayın siz Özlem Zengin gibi AKP’nin kadın cephesinde maşası olanların “yalnızlıktan ve yorgunluktan” dem vurup mağdur görünmelerine. Aynı Özlem Zengin, İstanbul Sözleşmesi’ni sözde savunurken, bir anda “Bir şeyin başında ‘toptancı bir hayır’ şeklinde yaklaşmıyorum. Türkiye bu sözleşmeyi hangi saiklerle imzaladı. Buna yüklenen anlamlar değişti mi? Buna bir bakalım. Bu değişenleri değerlendirdikten sonra çıkmak da mümkün olabilir” (7.7.2020) demiş bir iktidar aparatıdır. Aynı Özlem Zengin, 6284’ü savunduğu için tehditler aldığını söyleyip mağduriyetini dile getirirken, sadece iki gün sonra “Ben tartışılamaz demedim. Keşke daha insani, seviyeli, İslami bir ortamda tartışabilsek” diyen bir demagogdur.

Varsın onlar parçası oldukları ataerkil sistemin aparatı olarak iktidara hizmet etsinler; bizler, kadınların gerçek ve nihai kurtuluşu için mücadele ederken, bir yandan da bu kurtuluşa giden yolda demokratik kazanımlarımız için de mücadeleyi eğilip-bükülmeden yürütmeye devam edeceğiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu